Dataset Viewer
Auto-converted to Parquet
text
stringlengths
19
384
audio
audioduration (s)
1.86
32.1
Kürk Mantolu Madonna Yazan Sabahattin Ali Seslendiren Nisan Kumru Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi, benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır.
Aradan aylar geçtiği halde bir türlü bu tesirden kurtulamadım. Ne zaman kendimle baş başa kalsam,
Belki hiç ummadığımız şeyler görmemiz, beklemediğimiz zenginliklerle karşılaşmamız mümkün olur.
Bizi ayrı istikametlere alıp götürmüşlerdi. İşin asıl garip tarafı, ikimiz de bu değişikliği olduğu gibi kabul ediyor ve tabii buluyorduk.
Benim kızgınlığım Hamdi'ye değil, kendime de değil, sadece burada bulunuşumaydı.
Odanın tenhalaştığı bir anda arkadaşım başını kaldırarak ''Sana bir iş buldum'' dedi.
Sonra yüzüme o cesur ve manalı gözlerini dikerek ilave etti. Yani bir iş icat ettim.
Yorucu bir şey değil. Bazı bankalarda ve bilhassa kendi bankamızda işlerimizi takip edeceksin.
Adeta şirketle bankalar arasında irtibat memuru gibi bir şey. Boş zamanlarda içeride oturur, kendi işlerine bakarsın. İstediğin kadar şehir yaz.
Ben müdürle konuştum. Tayinini yapacağız. Fakat sana şimdilik pek fazla veremeyeceğiz. Kırk elli lira. İleride tabii artar.
Hadi bakalım, muvaffakiyetler. Koltuğundan kalkmadan elini uzattı. Sokuldum ve teşekkür ettim.
Yüzünde bana iyilik ettiği için samimi bir memnuniyet vardı.
Onun aslında hiç de fena bir insan olmadığını, yalnız mevkiinin icablarını yaptığını ve bunun da belki hakikaten lüzumlu olabileceğini düşündüm.
Fakat insanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar.
Fakat dışarı çıkınca koridorda bir müddet durakladım ve bana tarif ettiği odaya gitmekle burayı bırakıp çıkmak arasında bir hayli tereddüt ettim.
Sonra ağır ağır başım önümde birkaç adım yürüyerek ilk rast geldiğim hademeye mütercim Raif Efendi'nin odasını sordum.
Adam eliyle gayrimuayyen bir kapıyı gösterdi ve geçti. Tekrar durdum.
Niçin bırakıp gidemiyordum? Kırk lira aylığı mı feda edemiyordum? Yoksa…
Hamdi'ye karşı ayıp bir harekette bulunmuş olmaktan mı çekiniyordum? Hayır.
Aylardan beri süren işsizlik, buradan çıkınca nereye gideceğimi, nerede iş arayacağımı bilememek.
Ve artık tamamıyla pençesine düşmüş olduğum bir cesaretsizlik. İşte beni bu loş koridorda tutan,
Ve oradan geçecek olan diğer hadimeyi beklemeye sevk eden bunlardı.
Nihayet rastgele bir kapıyı araladım ve içeride Raif Efendi'yi gördüm.
Onu evvelden tanımıyordum. Buna rağmen masasının başına eğilmiş gördüğüm bu adamın başkası olamayacağını derhal hissettim.
Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak,
Sonradan bu kanaatin nereden geldiğini düşündüm. Hamdi bana, bizim Almanca mütercimi Raif Efendi'nin odasında senin için bir masa koydurdum.
Kendisi sessiz sedasız, Allahlık bir adamdır, kimseye zararı dokunmaz demişti.
Sonra herkese bay, bayan denildiği bu sıralarda ondan hâlâ efendi diye bahsediliyordu.
İhtimal bu tariflerin kafamda yarattığı hayal, orada gördüğüm kır saçlı, bağ gözlüklü, tıraşı uzamış adama pek benzediği için hiç çekinmeden içeri girmiş,
Başını kaldırıp dalgın gözlerle bana bakan zata, Raif efendi sizsiniz değil mi? diye sormuştum.
Karşımdaki bir müddet beni süzdü, sonra hafif ve adeta korkak bir sesle,
Evet benim. Siz de galiba bize gelen memursunuz. Biraz evvel masanızı hazırladılar.
''Buyurunuz, hoş geldiniz.'' dedi. İskemli'ye geçip oturdum. Masanın üzerindeki soluk mürekkep lekelerini, çizgileri seyretmeye başladım.
Bir yabancıyla karşı karşıya oturulduğu zaman, adet olduğu üzere oda arkadaşımı geziden geziye tetkik etmek, kaçamak bakışlarla hakkında ilk ve tabi yanlış kanaatler edinmek istiyordum.
Fakat onun bu arzuyu hiç hissetmediğini ve başını tekrar önündeki işe eğerek,
Muhakkak ki dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.
Ben odada yokmuşum gibi meşgul olduğunu gördüm. Öğleye kadar bu hal devam etti. Ben artık gözlerimi pervasızca karşımdakine dikmiştim.
Kısa kesilmiş saçlarının tepesi açılmaya başlamıştı. Küçük kulaklarının altından gerdanına doğru birçok kırışıklar uzanıyordu.
Uzun ve ince parmaklı ellerini önündeki kağıtlar arasında gezdiriyor ve sıkıntı çekmeden tercüme yapıyordu.
Ara sıra bulamadığı bir kelimeyi düşünür gibi gözlerini kaldırıyor ve bakışlarımız karşılaşınca yüzünde gülümsemeye benzer bir hareket oluyordu.
Yandan ve tepeden bakınca hayli yaşlı göründüğü halde, çehresinin hele böyle gülüşme anlarında,
İnsana hayret verecek kadar saf ve çocukça bir ifadesi vardı. Sarı ve altları kırpılmış bıyıkları bu ifadeyi daha çok kuvvetlendiriyordu.
Öğle üzeri yemeğe giderken onun yerinden kımıldamadığını, masasının gözlerinden birini açarak,
Önüne kağıda sarılmış bir ekmek ve bir küçük sefertası gözü çıkardığını gördüm.
Afiyet olsun diyerek odayı terk ettim. Günlerce aynı odada karşı karşıya oturduğumuz halde
Hemen hemen hiçbir şeyi konuşmadık. Başka servislerdeki memurlardan birçoğuyla tanışmış, hatta akşam üzeri beraber çıkarak bir kahvede tavla oynamaya bile başlamıştık.
Benim de Raif Efendi'yi daha yakından tanımam sadece bir tesadüf eseridir.
Bunlardan öğrendiğime göre, Raif Efendi, müessesenin en eski memurlarındandı.
Daha bu şirket kurulmadan evvel şimdi bizim bağlı olduğumuz bankanın mütercimiymiş.
Oraya ne zaman geldiğini kimse hatırlamıyordu. Başında oldukça kalabalık bir aile bulunduğu, aldığı ücretle ancak geçinebildiği söyleniyordu.
Bu arada kademli olduğu halde, şuna buna bol bol para savuran şirketin onun ücretini neden artırmadığını sorunca,
Genç memurlar gülerek, humble'ın biridir de ondan, doğru dürüst lisan bildiği bile şüpheli diyorlardı.
Halbuki Almancayı gayet iyi bildiğini ve yaptığı tercümelerin pek doğru ve güzel olduğunu sonradan öğrendim.
Yugoslavia'nın Suşak Limanı üzerinden gelecek diş budak ve kök nar kerestesinin evsafına veya travers delme makinelerinin işleme tarzına ve yedek parçalarına dair bir mektubu kolayca tercüme ediyor.
Türkçeden Almanca'ya çevirdiği şartname ve mukavele nameleri şirket müdürü hiç tereddüt etmeden yerlerine yolluyordu.
Boş kaldığı zamanlarda masanın gözünü açıp oradan dışarıya çıkarmadan dalgın dalgın kitap okuduğunu görmüş ve bir gün
Nedir o, Raif Bey diye sormuştum. Sanki bir kabahat yaparken yakalamışım gibi kızarmış kekeleyerek
Bir bankadaki küçük memuriyetimden çıkarıldıktan sonra, neden çıkarıldığımı hala bilemiyorum,
Hiç Almanca bir roman demiş ve hemen çekmeceyi kapatmıştı.
Buna rağmen şirkette hiç kimse onun bir ecnebi dili bileceğine ihtimal vermiyordu.
Belki de hakları vardı. Çünkü hal ve tavrında hiç de lisan bilen bir insan kılığı yoktu.
Konuşurken ağzından yabancı bir kelime çıktığı, herhangi bir zaman dil bildiğinden bahsettiği duyulmamış,
Elinde veya cebinde ecnebi gazete ve mecmuaları görülmemişti.
Hülasa bütün varlıklarıyla biz Frankçe biliriz diye haykıran insanlara benzer bir tarafı yoktu.
Bilgisine dayanarak maaşının arttırılmasını istemeyişi, başka ve bol ücretli iş aramayışı da,
Hakkındaki bu kanaati kuvvetlendiriyordu. Sabahları tam vaktinde geliyor, öğle yemeğini odasında yiyor, akşamları ufak tefek alışverişlerini yaptıktan sonra hemen evine gidiyordu.
Birkaç kere teklif ettiğim halde kahveye gelmeye razı olmadı. Evde beklerler dedi.
Mesut bir aile babası diye düşündüm. Bir an evvel çoluğuna çocuğuna kavuşmayacağını atıyor.
Bana sadece tasarruf için dediler fakat haftasında yerime adam aldılar, Ankara'da uzun müddet iş aradım.
Sonradan hiç de böyle olmadığını gördüm. Fakat bunlardan daha ileride bahsedeceğim.
Onun bu devamlılığı ve çalışkanlığı dairede horlanmasına mani olmuyordu.
Bizim Hamdi, Raif Efendi'nin tercümelerinde küçük bir daktili hatası bulsa hemen zavallı adamı çağırıyor.
Bazen de bizim odaya kadar gelerek haşlıyordu. Diğer memurlara karşı daima daha ihtiyatlı olan ve her biri bir türlü iltimasa dayanan bu gençlerden fena bir mukabele görmekten çekinen arkadaşımın
Kendisine asla mukabeleye cesaret edemeyeceğini bildiği Raif Efendi bu kadar hırpalaması,
Birkaç saat geciken bir tercüme için kıpkırmızı kesilerek bütün binaya duyuracak şekilde bağırması,
Gayet kolay anlaşılabilirdi. İnsanları kendi cinslerinden biri üzerinde kudret ve selâhiyetlerini denemek kadar
Tatlı sarhoş eden ne vardır? Hele bunu yapmak fırsatı bir takım ince hesaplar dolayısıyla
Ancak muayyen bazı kimselere karşı kendini gösterirse,
Raif Efendi ara sıra hastalanır ve daireye gelemezdi. Bunlar çok kere ehemmiyetsiz soğuk algınlıklarıydı.
Beş on kuruş param yaz aylarını sürünmeden geçirmemi temin etti. Fakat yaklaşan kış, arkadaş odalarında sedir üzerinde yatmanın sonu gelmesini icap ettiriyordu.
Fakat senelerce evvel geçirdiğini söylediği bir zatül cemp onu fazla ihtiyatlı yapmıştı.
Ufak bir nezede hemen evine kapanıyor, dışarı çıktığı zaman kat kat yün fanileler giyiyor.
Dairede bulunduğu zamanlar asla pencere açtırmıyor ve akşam üzerleri boynuna kulaklarına atkılar dolayıp
Kalın fakat biraz yıpranmış baltosunun yakasını iyice kaldırmadan gitmiyordu.
Hasta zamanlarında da işini ihmal etmezdi. Tercüme edilecek yazılar bir odacıyla evine gönderilir ve birkaç saat sonra aldırılırdı.
Buna rağmen müdürün ve bizim Hamdi'nin Raif Efendi'ye karşı muamelelerinde bak seni şu mızmız hastalıklı haline rağmen atmıyoruz demek isteyen bir şey vardı.
Bunu ikide bir de yüzüne vurmaktan da çekinmezler, birkaç gün yokluktan sonra,
Her gelişinde adamcağızı, nasıl, inşallah bitti ya, diye iğneli geçmiş olsunlarla karşılarlardı.
Bununla beraber artık ben de Raif Efendi'den sıkılmaya başlamıştım. Şirkette pek fazla oturduğum yoktu. Elimde bir evrak çantasıyla bankaları ve siparişlerini kabul ettiğimiz devlet dairelerine dolaşıyor,
Ara sıra bu evrakı tanzim edip, müdüre veya müdür muavinine izahat vermek için masamın başına geçiyordum.
Bir hafta sonra bitecek olan lokanta karnesini yenileyecek kadar bile param kalmamıştı.
Buna rağmen karşımdaki masada canlı olduğundan şüphe ettirecek kadar hareketsiz oturan,
Tercüme yapan veya çekmecesinin gözündeki Almanca romanını okuyan bu adamın sahiden manasız ve sıkıcı bir mahluk olduğuna kanaat getirmiştim.
Ruhunda herhangi bir şeyler olan bir kimsenin bunları ifade etmek arzusuna mukavemet edemeyeceğini düşünüyor,
Bu kadar sessiz ve alakasız bir insanın içinde nebatlarınkinden pek de farklı olmayan bir hayat bulunduğunu tahmin ediyordum.
Bir makine gibi buraya geliyor, işlerini görüyor, anlayamadığım bir itiatla bir takım kitaplar okuyor.
Ve akşamları alışverişini yapıp evine dönüyordu. İhtimal birbirine tıpkı tıpkısına benzeyen bu bir sürü günlerin ve hatta senelerin içinde
Hastalık zamanları yegane değişiklikti. Arkadaşların anlattığına göre o oldum olası böyle yaşamaktaydı.
Kendisinin herhangi bir şekilde heyecanlandığını şimdiye kadar gören yoktu.
Amirlerinin en yersiz, en haksız ithamlarına hep aynı sakin ve ifadesiz bakışla mukabele ediyor.
End of preview. Expand in Data Studio
README.md exists but content is empty.
Downloads last month
8